2 Ocak 2012 Pazartesi

Ayrımcılık Türbanlıya mı Sanıyorsunuz

BMW’nin Türkiye distribütörü Borusan’ın ralli şampiyonu Burcu Çetinkaya’nın gazeteci Merve Sena Kılıç ile birlikte özel bir televizyon kanalında sundukları otomobil programının Merve Kılıç’ın türbanlı olmasından dolayı sponsorluğuna son verdiği iddialarından sonra bir kesim hop oturup hop kalktı. Ayrımcılık yapılıyormuş efendim.
Şimdi sorarım size, otomobillerini tanıtmak için 90-60-90 ölçülerinde kadınların adeta sevişir gibi otomobillerin üzerine abandığı tanıtımı normal görüyorsanız, Türbanlı bir kadının bir otomobil markasının imajını bozmasını da normal karşılayacaksınız.

Şu ayrımcılık lafını her seferinde türbanlı kadın profili için kullanmaktan vazgeçelim artık. Kadını seks objesi içine sıkıştırıp bundan kazanç elde eden piyasa ekonomisinin yaptığı ayrımcılık yanında türban ayrımcılığı çok masumane kalıyor.

Belki bu yazının konusu değil ama şunu da belirtmek isterim. Eşi türbanlı bir adamın bile türbanlı kadının tanıtım yaptığı otomobili seçmeyeceğine bahse girerim. Yani otomobil tanıtımında türbanlı bir kadının kullanılmasının satışlara etkisi olmaz. Hatta satışları bile düşürebilir. Eş türbanlı olmalı ama reklamlar, şovlar, tanıtımlar heyecan vermeli!

30 Aralık 2011 Cuma

Genelkurmay Pardon Dedi

Yıl bitmeden yeni bir olay güm diye indi tepemize. Uludere’de 35 kişinin bombalanma sonucu ölümü Türkiye gündemine 2012’ye saatler kala yerleşti.
Konuyu enine boyuna değerlendirebilmek için yeterli bilgiye henüz sahip değiliz. Genelkurmaya gelen istihbarat sağlam mıydı? İstihbaratı yapanlar kimlerdi? Bu sorular irdelenmeli.
Ancak bazı medya kuruluşlarının konuyu ele alışı biraz rahatsız edici.
Hatırlayacaksınız, Ekim ayında 26 askerin şehit olmasına yol açan kanlı baskından günler önce PKK’nın katırlarla silah sevkiyatı yaptığı, TSK’nin nasıl olup da haberi olmadığı eleştirisi yapan da aynı medya değil mi?
Eğer medyanın bildiği bir şeyler varsa ve bundan yola çıkarak böyle davranıyorsa açıkça ifade etsin. Bölgede nasıl bir istihbarat ağı olduğu, ABD istihbaratının Genelkurmaya nasıl bir katkı sağladığı…
Genelkurmay, istihbarat bilgisiyle yanıltılmış mıdır? İleriki günlerde bu konunun da tartışılması gerekecektir.

25 Aralık 2011 Pazar

Tarih Siyasetçilere Bırakılırsa…

Fransa senatosunda “Ermeni Soykırımı” yoktur diyeni kodese yollayacak tasarı, bayrağına simge olmuş özgürlüğün rengini siyaha çevirdi.

Fransa'ya Yakışan Bayrak 
Türk medyasındaki köşe yazarlarına bakıyorum da “Fransa’ya laf edene kadar kendimize bakalım…” tarzında ifadeler görüyorum. Konuyu kendi mecrasında irdelemediğiniz zaman böyle anlamsız, kısır döngü tartışmaların içinde kaybolur gidersiniz.
Fransa’da oylanan özgürlükleri, insan haklarını, demokratik modeli hançerleyen bir tasarıdır. Hele ki ortada bir soykırım olduğu henüz tartışmaya bile açılmamışken…
Bir düşünün Avrupa Birliği parlamentosunda, birliğin parçalanmasına ramak kalmış şu dönemde AB’ye karşı olmayı suç sayan bir yasa çıkartılsa nasıl karşılanırdı kim bilir.
Ben, devamlı piyasaya sürülen bu tartışmalardan dolayı gerçek Ermeniler için üzülüyorum. Geçmişte yaşadıklarının, başta diaspora olmak üzere pek çok ülkeler tarafından da devamlı çıkar malzemesi olarak kullanılması; işte budur Ermeniler için zulüm.
İşin gerçeğini duymak ister misiniz?
Pek çoğumuzun da bildiği bir gerçek. Yıllarca birçok ülkenin seçim yatırımı olarak veya çıkarları için pişirip pişirip sofraya getirdikleri “Ermeni soykırımı” tarihin siyaset(çi) tarafından hiç durmadan iğfal edilmesinden başka bir şey değildir.
Bu işin çözümü oldukça basittir. Arşivler açılır, tarihçiler araştırır ve ortaya tüm gerçekler çıkartılır.
Gel gelelim ülkemizde yakın tarihte yaşanmış Dersim olaylarını da arşivleri açıp tarihçilerin araştırması ve gerçekleri gün ışığına çıkartması gerekmektedir. Yoksa tüm bu sorunlar siyasetçinin elinde malzeme olur durur. Gerektiğinde servis yaparlar kamuoyuna.

  

23 Aralık 2011 Cuma

Şimdi Milletvekili Olma Zamanı

Emekli olabilmek, bin lirayı geçmeyen emekli maşına sahip olabilmek için yıllarımı vermek yerine bir yolunu bulup milletvekili olmak istiyorum.
Millet için değil kendim için milletvekili olmak istiyorum. Eğer milletin vekili olmayacaksan işin ne diyorsanız benvekili olayım bana 550 milletvekilinin yanında bir koltuk açıverin. Hatta koltuk da istemem. Genel kurullarda ne zaman el kaldırmam gerekiyorsa gelir vazifemi yaparım gözlerimi kaparım. Zorlanacağım bir karar ise önce gözlerimi kapar sonra vazifemi yaparım.
İşsizliğin ciddi boyutlarda olduğu, çalışan pek çok kişinin geçinmekte zorlandığı ülkemizde kıyak emeklilik yasasına el kaldıran milletvekili arkadaşlarımızın sızlamıyorsa vicdanları, istemem bu makamı varsın zor geçsin bu hayat, varsın mezarda emekli olayım.
Bırakın beni kendimle huzur içinde olayım. 

7 Aralık 2011 Çarşamba

Deprem Halk İçin Öldürür

Bir Belediye Başkanı adayı düşünün. Mesela İstanbul’dan aday olsun. Şimdi bu aday çıkıp; “beni seçerseniz İstanbul’daki depreme dayanıklı olmayanları güçlendirme yapılmazsa yıkacağım, kaçak yapıları yıkacağım…” diyor. Sizce seçimi kazanır mı? Bu aday işi ciddiye alıp daha da ileri gitse bu yıkılacak binaları açıklasa ve işte bu binaları yıkacağım dese sizce seçimi açık ara farkla kazanır mı?
İsterseniz baba yiğit bir aday çıksın ve böyle bir yol denesin. Önce bu adayı alnından öper,  yürekten kutlarım. Sonra da derim ki, “Arkadaşım sen hangi memlekette yaşıyorsun? Aha buraya yazıyorum sen bu yıkılacak binalarda oturan bir kişiden bile oy alamazsın. Sen bırak kendin için siyaset yapmayı da Halk için yap siyaseti.”
Yakın zamanda bir Van depremi yaşadık ve yaşanan facia ortada. Sorumlu arandı durdu. Gölcük’teki gibi bir Veli Göçer de bulamadığımız için canımız epey sıkıldı.
Depremler bize ne anlatıyor?
Takdiri İlahi deyip ötesine geçemeyen bir toplumda yaşıyoruz. O zaman bu sözünde hakkını vereceksin.  Allahın mesajı ne bize?
Halen kaçak göçek evler yapıyor ve buralarda yaşamaya devam ediyorsak, bu anlayışa prim veren yapımızla siyasilere nasıl hareket etmeleri gerektiğini işaret ediyorsak, Tanrının takdiri de depremle gelen felaket olur.
Yığma bir yaşam kültürümüz var bunu bilelim. Kaçak yapılar yapıp bu yapıları yuvamız kabul ediyoruz. Bunun sorumlusu siyasiler demek de en basit yoldan sorundan sıyrılmak oluyor.
İstanbul’un taşı toprağı altın diye gelip kendimize uygun boş bir arazi buluyoruz. Sonra eş dost hemşerisi derken kuruyorlar memleketlerini. Yol yok, elektrik yok, su yok… Olsun varsın yaşam devam ediyor. Sonra yerel seçimler yaklaşır. Adaylar bakar ki azımsanmayacak sayıda seçmen barınıyor bu tarz yerlerde, verirler yol, su elektrik sözünü kaparlar oyu. Tersini yapan bir adaya oy çıkmaz çünkü oradan. Sonra verilen sözler tutulur yol da gelir, kaçak yapılarına af da…
İşte böyle kurulmuştur İstanbul. Şimdi büyük bir İstanbul depreminde taş taş üstünde kalmaz ise, sadece devlete yüklenmeyin. Kendinize dönün ve ”takdiri ilahi, biz böyle yaşamayı göze aldık, sonuçlarına katlanırız” deyiverin.
Bence böyle bir şey demeyin ve derhal değişin…    
                  

25 Kasım 2011 Cuma

Kadına Şiddete Evet!

Ne birilerini kızdırmak için attım bu başlığı ne de reyting için.
Hepimiz kafa kafaya vermişsiniz kadına şiddete hayır diyorsunuz da bu şiddeti daha çocukken körpe beyinlere yerleştiren sisteme ne demeli?
Bir erkek neden kadını döver?
Kadın, fiziksel olarak bir erkek kadar güçlü olmadığı için mi?
Kadına yakın dövüş teknikleri öğreterek sorunu az da olsa çözmeye yönelenler bu soruyu cevaplandırabilirler. Kadını dövecek kadar aciz bir erkeğin karşısında kolunu tuttu mu ters döndüren bir kadın düşünsenize… Bükülen kolu değil onuru. Onursuz erkek ne yapar? Çeker önce kadını sonra çocuklarını sonra da dayanamaz kendisini vurur. Dizi film gibi oldu değil mi?
Dizi film demişken biraz medyanın işlevine bakalım. Dizi filmlerdeki konular beni hasta eder her zaman. Reyting uğruna şiddet diz boyudur, her dizide bir aldatma bir entrika mutlaka olmalıdır. Bir de cüretkar sevişme sahnesi oldu mu reyting patladı gitti. Hayatın içindendir tüm bunlar diye çıkarlar piyasaya senaristler. Biz hayatın içine dalıveriyor ve damardan yakalıyoruz konuyu derler.
Bir dizi filmin değeri ne ile ölçülür? Reyting ile yani izlenme oranı ile yani memleketin çoğunu ekrana kilitledin mi iş tamam. Memleketin çoğunluğu kimlerden oluşur peki?    
Ne düşünürler?
Ne yer ne içerler?
Ruhları ne kadar incelmiştir?
Kendimi bildim bileli şiddet ve entrika zemininde gelişen dizi film furyası( içinde elbette kaliteli olanları var) talep doğrultusunda hazırlanmıyor mu?
Daha çok N.Ç. vakaları yaşar, “prime time” kuşağında ırzına geçeriz toplumun.
Belden aşağı esprilerle çok güzel hareket çekenleri izler güler, cinsi münasebet işte bundan ibarettir deriz.
Komedi formatındaki dizi filmde kadını dövmekten zevk alan erkeğin tokatlaşmasını kahkahalarla izleriz. Siz gülmeseniz de birileri gülme efekti koymuştur, gül geç böyle sahnelere diye.
Kadını cinsel bir obje olarak erkeği hoplatmak için kullanmanın getirdiği karları, kadın erkek ilişkisinin sağlıklı zeminlerde yürümesine adarız.
Toplumun, zaman da alsa sevgi düzlemine ulaşmasının yollarını dinamitler dururuz; toplum için sanat adı altında.
Erkek, istiyorsa kadını dövmeyi ve reyting alıyorsa bu iş, kim tutar seni…   

  

24 Kasım 2011 Perşembe

Tayyip Erdoğan Özür mü Diledi?

Şu fotoğrafa bir bakın. İnsanların yüzleri, an gelir her şeyi anlatır deyip yazımızı icra edelim.
Dersim’de yaşananları tartışmaya açtık gidiyoruz. Biz hep böyle yaparız. Kırarız dökeriz bir güzel. Konuyu tartışmaya mı açacaksın, bunu doğru düzgün yap öyleyse.
Önce tüm arşivleri aç, belgeleri incele. Tarihçiler de olsun işin içinde. Enine boyuna incele. Ama 21. yüzyılın gözlüğüyle bakmayacaksın. Takacaksın o dönemin gözlüğünü ülkenin 10 sene öncesinde verdiği mücadeleyi, devrimleri için alması gereken sert önlemleri dönemin içerisinde yoğuracaksın.
Şimdi kimse bana Dersim’i tartıştığımızı, birilerinin de çıkıp Dersim için özür dilediğini söylemesin.
Didişen taraflara bakıyoruz Dersim’i konuşan yok.
CHP’li Hüseyin Aygün çıktı, Dersim olaylarından dolayı devlet sorumludur, CHP sorumludur dedi. Üstelik Atatürk’ün bu olaylardan haberi vardır diyerek bir mesaj vermeye çalıştı. Neden böyle bir şey söyleme ihtiyacı duydu? Derdi Dersim olaylarının irdelenmesi ise, bunu bir milletvekili olarak nasıl yapması gerektiğini ona anlatan hiç olmadı mı? Genel Başkanının Dersim’li olduğunu düşündüğümüzde sıkıntısını paylaşması gerekmez miydi? Tabi sıkıntısı Dersim olaylarının tartışılması ise.
Sonra 12’ler hareketi. Bu arkadaşlar gol atmadan önce konuyu Genel Başkanları ile konuştular mı? Parti organlarında tartıştılar mı? Bir de kendilerini  “girişimimizden Sayın Deniz Baykal’ın hiçbir şekilde bilgisi olmadı” şeklinde savunmaları da akıllara başka şeyler getiriyor.
Kılıçdaroğlu da köşeye sıkıştırılmış bir durumda nasıl hareket edeceğini bilemez bir şekilde savunmaya geçmek zorunda kaldı. Hükümet zaten eline geçmiş bir kozu değerlendirmenin hazzıyla vurdukça vurdu.
Hükümette yüklendi CHP’ye, yükledi CHP’ye Dersim’i. Bir baktık Dersim’in beyaz atlı savunucusu olup çıkıverdi sanki Aleviler konusunda zikirleri, fikirleri bilinmezmiş gibi. Şükrü Küçükşahin yakalamış meselenin özünü diyor ki: “…bugüne kadar Alevilere pek olumlu yaklaşmayan kalemlerin, Dersim katliamı nedeniyle Başbakan olarak özür dileyip çok olumlu bir tutum alan Erdoğan’ın, seçim öncesi gittiği Çorum’da tarihte Alevilere karşın yapılan en büyük kıyımın ve Alevi kadın ve kızlar size mubah fetvasını veren Ebusuud Efendi’yi yüceltmiş olması, sorunu sadece 1937 ile sınırlı tutması, yine dünkü konuşmasında kendisini mahkum eden yargıçların mezhebini öne çıkarması…”
Başbakan özür dilemedi aslında. Ben seni şimdi köşeye sıkıştırayım da gör bakalım dedi sadece hepsi bu.
1937’de yaşanmış olayları, CHP milletime ne yapmış, özür dileyin! Sabiha Gökçen havaalanının ismi değişsin gibi sığ tartışmalara kurban etmek bu ülkenin bağımsızlığı ve uygarlaşması için verilen milli mücadeleye zarar vermekten öteye gidemez. Bir gün gelir bir bakmışsın Cumhuriyet değerlerini de bu sığ anlayışla tartışmaya başlamışız.
O dönem, neden bunların yaşandığını, neden bu kadar sert önlemler alındığını belgelere dayanarak masaya yatırmazsak bu işte kötü niyet aramak gerekir.
Son söz: Acaba bu tartışmayla Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve kurucularını yıpratmaya yönelik bir niyet var mı?
Ya da birileri Cumhuriyet felsefesini ve Mustafa Kemal’i tartışmaya mı açıyor?