25 Kasım 2011 Cuma

Kadına Şiddete Evet!

Ne birilerini kızdırmak için attım bu başlığı ne de reyting için.
Hepimiz kafa kafaya vermişsiniz kadına şiddete hayır diyorsunuz da bu şiddeti daha çocukken körpe beyinlere yerleştiren sisteme ne demeli?
Bir erkek neden kadını döver?
Kadın, fiziksel olarak bir erkek kadar güçlü olmadığı için mi?
Kadına yakın dövüş teknikleri öğreterek sorunu az da olsa çözmeye yönelenler bu soruyu cevaplandırabilirler. Kadını dövecek kadar aciz bir erkeğin karşısında kolunu tuttu mu ters döndüren bir kadın düşünsenize… Bükülen kolu değil onuru. Onursuz erkek ne yapar? Çeker önce kadını sonra çocuklarını sonra da dayanamaz kendisini vurur. Dizi film gibi oldu değil mi?
Dizi film demişken biraz medyanın işlevine bakalım. Dizi filmlerdeki konular beni hasta eder her zaman. Reyting uğruna şiddet diz boyudur, her dizide bir aldatma bir entrika mutlaka olmalıdır. Bir de cüretkar sevişme sahnesi oldu mu reyting patladı gitti. Hayatın içindendir tüm bunlar diye çıkarlar piyasaya senaristler. Biz hayatın içine dalıveriyor ve damardan yakalıyoruz konuyu derler.
Bir dizi filmin değeri ne ile ölçülür? Reyting ile yani izlenme oranı ile yani memleketin çoğunu ekrana kilitledin mi iş tamam. Memleketin çoğunluğu kimlerden oluşur peki?    
Ne düşünürler?
Ne yer ne içerler?
Ruhları ne kadar incelmiştir?
Kendimi bildim bileli şiddet ve entrika zemininde gelişen dizi film furyası( içinde elbette kaliteli olanları var) talep doğrultusunda hazırlanmıyor mu?
Daha çok N.Ç. vakaları yaşar, “prime time” kuşağında ırzına geçeriz toplumun.
Belden aşağı esprilerle çok güzel hareket çekenleri izler güler, cinsi münasebet işte bundan ibarettir deriz.
Komedi formatındaki dizi filmde kadını dövmekten zevk alan erkeğin tokatlaşmasını kahkahalarla izleriz. Siz gülmeseniz de birileri gülme efekti koymuştur, gül geç böyle sahnelere diye.
Kadını cinsel bir obje olarak erkeği hoplatmak için kullanmanın getirdiği karları, kadın erkek ilişkisinin sağlıklı zeminlerde yürümesine adarız.
Toplumun, zaman da alsa sevgi düzlemine ulaşmasının yollarını dinamitler dururuz; toplum için sanat adı altında.
Erkek, istiyorsa kadını dövmeyi ve reyting alıyorsa bu iş, kim tutar seni…   

  

24 Kasım 2011 Perşembe

Tayyip Erdoğan Özür mü Diledi?

Şu fotoğrafa bir bakın. İnsanların yüzleri, an gelir her şeyi anlatır deyip yazımızı icra edelim.
Dersim’de yaşananları tartışmaya açtık gidiyoruz. Biz hep böyle yaparız. Kırarız dökeriz bir güzel. Konuyu tartışmaya mı açacaksın, bunu doğru düzgün yap öyleyse.
Önce tüm arşivleri aç, belgeleri incele. Tarihçiler de olsun işin içinde. Enine boyuna incele. Ama 21. yüzyılın gözlüğüyle bakmayacaksın. Takacaksın o dönemin gözlüğünü ülkenin 10 sene öncesinde verdiği mücadeleyi, devrimleri için alması gereken sert önlemleri dönemin içerisinde yoğuracaksın.
Şimdi kimse bana Dersim’i tartıştığımızı, birilerinin de çıkıp Dersim için özür dilediğini söylemesin.
Didişen taraflara bakıyoruz Dersim’i konuşan yok.
CHP’li Hüseyin Aygün çıktı, Dersim olaylarından dolayı devlet sorumludur, CHP sorumludur dedi. Üstelik Atatürk’ün bu olaylardan haberi vardır diyerek bir mesaj vermeye çalıştı. Neden böyle bir şey söyleme ihtiyacı duydu? Derdi Dersim olaylarının irdelenmesi ise, bunu bir milletvekili olarak nasıl yapması gerektiğini ona anlatan hiç olmadı mı? Genel Başkanının Dersim’li olduğunu düşündüğümüzde sıkıntısını paylaşması gerekmez miydi? Tabi sıkıntısı Dersim olaylarının tartışılması ise.
Sonra 12’ler hareketi. Bu arkadaşlar gol atmadan önce konuyu Genel Başkanları ile konuştular mı? Parti organlarında tartıştılar mı? Bir de kendilerini  “girişimimizden Sayın Deniz Baykal’ın hiçbir şekilde bilgisi olmadı” şeklinde savunmaları da akıllara başka şeyler getiriyor.
Kılıçdaroğlu da köşeye sıkıştırılmış bir durumda nasıl hareket edeceğini bilemez bir şekilde savunmaya geçmek zorunda kaldı. Hükümet zaten eline geçmiş bir kozu değerlendirmenin hazzıyla vurdukça vurdu.
Hükümette yüklendi CHP’ye, yükledi CHP’ye Dersim’i. Bir baktık Dersim’in beyaz atlı savunucusu olup çıkıverdi sanki Aleviler konusunda zikirleri, fikirleri bilinmezmiş gibi. Şükrü Küçükşahin yakalamış meselenin özünü diyor ki: “…bugüne kadar Alevilere pek olumlu yaklaşmayan kalemlerin, Dersim katliamı nedeniyle Başbakan olarak özür dileyip çok olumlu bir tutum alan Erdoğan’ın, seçim öncesi gittiği Çorum’da tarihte Alevilere karşın yapılan en büyük kıyımın ve Alevi kadın ve kızlar size mubah fetvasını veren Ebusuud Efendi’yi yüceltmiş olması, sorunu sadece 1937 ile sınırlı tutması, yine dünkü konuşmasında kendisini mahkum eden yargıçların mezhebini öne çıkarması…”
Başbakan özür dilemedi aslında. Ben seni şimdi köşeye sıkıştırayım da gör bakalım dedi sadece hepsi bu.
1937’de yaşanmış olayları, CHP milletime ne yapmış, özür dileyin! Sabiha Gökçen havaalanının ismi değişsin gibi sığ tartışmalara kurban etmek bu ülkenin bağımsızlığı ve uygarlaşması için verilen milli mücadeleye zarar vermekten öteye gidemez. Bir gün gelir bir bakmışsın Cumhuriyet değerlerini de bu sığ anlayışla tartışmaya başlamışız.
O dönem, neden bunların yaşandığını, neden bu kadar sert önlemler alındığını belgelere dayanarak masaya yatırmazsak bu işte kötü niyet aramak gerekir.
Son söz: Acaba bu tartışmayla Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve kurucularını yıpratmaya yönelik bir niyet var mı?
Ya da birileri Cumhuriyet felsefesini ve Mustafa Kemal’i tartışmaya mı açıyor?       

20 Kasım 2011 Pazar

Dersim Olayları: CHP-DP

CHP’li milletvekili tarihte yaşanan olayları algılamaktan yoksun, sığ düşüncelerle ( eğer birileri adına tetikçilik yapmıyorsa) Dersim katliamını tartışmaya açtı ve bombayı da CHP’ni kucağına bırakıverdi.
Neden mi?
Cevap gayet açık.
Dersim olaylarında devleti yöneten CHP’dir. Çünkü tek partidir. Ancak, tek partili çok muhalefetli bir partidir. Ne demek istiyoruz tek partili çok muhalefetli derken?
CHP’nin içinden, bugüne kadarki tüm sağ partiler tarafından misyonu ve mirası sahiplenen( buna AKP’de dahildir) bir parti, DP ortaya çıkmıştır.
Şimdi, başta CHP milletvekili olmak üzere bu konuda büyük bir zevk ve keyif alarak, tek sorumlu CHP ve Atatürk’tür diyenlerin Demokrat Partiye geçecek olanları ve onların Dersimdeki  payını araştırmalarını öneririm.        

Vahdettin’in Kaçışını Anma Töreni

Resmen Vahdettin’i andık meclis olarak.
Yılmaz Özdil yazdı. Abdülmecid 26 Haziran’da öldü. 150. ölüm yıldönümünü biz ne zaman andık?
17 Kasım’da.
Konuyu irdelerken birileri de çıktı eleştirdi. Geçmişinizle barışın, soyumuz orası şurası diye. Köşelerinde hadiseye yer açan yazarlara baktım, tarihi hesabı yapamıyorlar. Kalemleri iyi ama matematikten sınıfta kaldılar.
Kimse, 17 Kasım nereden çıktı yahu diyemedi.
Sonra yetkililer çıktı. Tarihi çekiştirdiler ve 18 Kasım’a kadar ittirdiler. Neymiş efendim, 17 Kasımda konser olmuş, asıl 18 Kasım’mış tören.
Biz tabi yine yazacağız, yine soracağız gerçeği anlatabilecek cesaret ve yürekliliği gösterene kadar baba yiğit birsinden.
Abdülmecid Nisan’da doğdu hesap tutmadı.
Temmuz’da tahta çıktı o da tutmadı.
Haziran’da öldü, o hiç tutmadı. Tutmuyor da tutmuyor.
Yok siz buna rağmen 17 Kasım’da pardon 18 Kasım’da anıyorsanız Vahdettin’i pardon Abdülmecid’i bu hesaba göre, AKP’de kuruluş yıldönümünü 14 Ağustos yerine 24 Ocak’ta kutlar, biz de bu konuyu kapatırız.          

15 Kasım 2011 Salı

Demokratik İtekleme

Yer TBMM. Demokratik yaşam kültüründeki en önemli yönetim biçiminin vazgeçilmez adresi. Bu adreste ikamet edenler, milletin vekil tayin ettiği şahıslardır.
Nasıl gelebilmişlerdir buraya?
Hangi vasıflara sahiptirler?
Niye gelmek istemişlerdir?
Bu sorulara verilecek sosyolojik cevaplar aslında yazımızı en iyi şekilde anlatacak olsa da biz onu başka bir yazıya meze yapmanın sözünü verip devam edelim.
Mecliste geçen hafta yaşanan olay her ne kadar yandaş ve Candaş medyada yer almasa da çok önemli ve üzerine tartışılması gereken bir durumdur.
 Kamer Genç’in kürsüde konuşmasına müdahale biçimi demokrasi kültürünün sağanak yağmuruna tutulamamış, şemsiye açmış anlayışın vahim sonucu olsa gerek.
Yaşanan olay tutanaklara “… Uslu’nun Genç’i hatip kürsüsünden iteklemesi” şeklinde geçmiştir. Kınama cezası alması için iteklemesi değil saldırıda bulunması gerekmektedir. Bunu ben demiyorum içtüzüğünün 160/4 bendi diyor.
Yalnız burada ince bir çizgi çekerek yorumu sizin demokrasiyi anlama yetinize bırakıyorum.
Kürsüdeki bir vekile yapılan hareket ne şekilde olursa itekleme, ne şekilde olursa saldırı olarak yorumlanmalıdır. “Tam yanından bir kalça darbesiyle ittirmece bir itekleme hareketi, tam karşısından iki elinizi de kullanarak ittirmek ise saldırıdır.” ( Bu tanım tamamıyla bana aittir, kullanıp kullanmamak değerli vekillerimize kalmıştır)
Ülkemiz, demokrasi kültürünü yıllarca itekleye itekleye buralara getirmiştir. Bugün de vekillerimizden birisinin demokratik bir iteklemede bulunması çok normal karşılanmalıdır.
Bu hareketin adı olsa olsa “Demokratik İtekleme” olur.                                                                                                                                                 

9 Kasım 2011 Çarşamba

2 Yüzlülük Geni

Siyaset ikiyüzlü olmalı mı her zaman? Bir gerçek yüzü bir de görünür yüzü…
Siyaset yapan kişiler, bir konu hakkında görüşlerini bir cümlede ifade edebilecekken kısa öykü yazarlar her zaman. Nedenini düşündüğünüzde aslında gerçeği söylemek isterken, bunu söylemeleri siyasi açıdan uygun düşmeyeceğinden dolayı başka şekilde izah etmeye kalkarlar. Bazen de dosdoğru söylerler ama aslında söyledikleriyle hissettikleri aynı değildir. Bir de çok popüler olan ve her zaman işe yarayan bir yöntem vardır. Vaatler… En görkemli sözcüklerle süslerler projelerini. Yapacaklarını anlatır dururlar devamlı. Seçimlerde çok karşılaşırız bu durumla. Tabi bu vaat et kültürünü yıllardır yaşatanda bizlerizdir maalesef. En değerli kozumuz oy hakkımızı bu vaatlerin jan janlı oluşuna kapılıp kullanıveririz. Böyle başa böyle tarak pek tabi.
Hep düşünür dururum. Siyaset ile uzun yıllar uğraşanlar aynaya baktıklarında ne görürler. Bu ben değilim dedikleri olur mu? Siyasetçiye haksızlık etmeyelim hakkını burada verelim. Aslında topyekun böyle değil miyiz? En ufak bir konuda bile ikiyüzlü davranmıyor muyuz? Bir taraftan kahkahalarla büyük bir keyifle sohbet ettiğimiz birisi için arkasından demediğimizi bırakmıyor muyuz? İkiyüzlülük toplumsal bir hastalığımız olmuşken neden günah keçisi olarak siyasetçiyi seçiyoruz? Sanmayın kendi ülkemin insanını yerden yere vurup medeniyetin vatanı batıdır diye entel sosyetik söylemde bulunmayacağım. Bu örnekleri ülke ülke gezip artırmamız hiç de zor değil.
Bu konuyu niye mi deştim bugün? 9 Kasım 2011’de gazetelerde çıkan bir haber beni bunları yazmaya sürükledi.
Obama ile Sarkozy arasında G-20 zirvesindeki bir sohbet, açık unutulan mikrofonlara takıldı. Sarkozy Obama’ya dönüp, İsrail Başbakanı’nı kastederek “Netenyahu’yu daha fazla görmeye dayanamıyorum. Yalancının teki” diyor. Obama da “Bir de beni düşün, ben her gün onunla muhatap olmak durumundayım” yanıtını veriyor.
Bu diyalog tüm çıplaklığıyla insanoğlunun ikiyüzlü, kaypak yönlerini gözler önüne seriyor.
Neden mutsuz insanlar? Neden yalnız hissediyorlar kendini? Neden sevemiyorlar, sevilemiyorlar?
Kendin gibi olamamak, içinden geçenleri söyleyememek… Sevmediğin halde sevgi gösterisinde bulunmak, hatta bu durumu abartmak… Öve öve bitiremezken, mide sancısından kıvranmak durumunda kalmak…
Her ne kadar sadece siyasetçinin sorunu olmasa da bu durum, bu yazıyı yazmamıza vesile olanlar siyasetçiler oldukları için iğneyi onlara batırmadan edemeyeceğim. Zor bir iş siyaset yapmak. Olduğun gibi görünememek, göründüğün gibi olmamak. Bir düşünürün dediği gibi; ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol. Yani siyasetçi gibi olma demiş.
                     

6 Kasım 2011 Pazar

Her gün TV’de Reyting alan Bir N.Ç. Var

N.Ç. vakası içimizi yaktı, yüreğimizi dağladı. Doyumsuz 26 kişi, “rızası!” ile ırzına geçtiler N.Ç.’nin.
Son günlerde Yargıtay’ın verdiği kararla kamuoyu ayağa kalktı. Cumhurbaşkanından Bakanlara, medyadan halkın her kesimine kadar herkes tepki gösterdi bu karara. Kısacası Yargıtay hariç herkes…
Haberleri izledikçe, yazılanları okudukça içim sızladı.
Ama bir şey vardı ifade edemediğim, adını koyamadığım.
Bugün buldum. N.Ç. ile ilgili yazılmış en gerçekçi yazıyı okudum ve neden niçin sorularıma tercüman oldu.
Sizleri, Yılmaz Özdil’in “N’i Ç’in?” başlıklı 5 Kasım 2011 tarihli yazısıyla baş başa bırakıyorum.
N'i Ç'in?
Mesaj yağıyor.

“N.Ç.'yi yaz!”


*
E peki.
*
“İffet”in kafasını taksinin penceresine kıstırıp tecavüz ettiler. Tıpkı, Müjde Ar'ın kafasını pencereye kıstırdıkları gibi.
*
“Fatmagül”ü sıradan geçirdiler.
Hülya Avşar'ı sıradan geçirdikleri gibi.
Özlemişiz bi nevi.
*
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”de Ali Kaptan'ın canı çekti, boynuzlayarak boşandığı Cemile'ye tecavüz etti, beş yaşındaki Osman'ın gözü önünde... Şerefsiz Ekber desen, şıllık Karolin'e  kitlerken, başını küvete çarptı, rahmetli oldu, hevesimiz kursağımızda kaldı!
*
“Bir Çocuk Sevdim”de henüz reşit olmamış liseli Mine'yi hamile bıraktılar. “Ay Tutulması”nda Kenan, Şebnem'in ırzına geçti. “Canan”ın ağzını tıkayıp, masaya yüzükoyun yatırarak becerdiler.
*
“Muhteşem Yüzyıl”ı dekoder'siz seyretmek mümkün ama, prezervatifsiz seyretmek mümkün değil.... Sümbül Ağa olmasa, Boncuk Ağa bile kaşla göz arasında Sadıka'yı hallediyordu, az daha.
*
“Yaprak Dökümü”ndeki damat sülaleyi dizdi; Önder Somer'in ilaçlı gazoz taktiğiyle baldızı filan bayılttı, zorla yatağa attı, sıra galiba kaymakam Ali Rıza Bey'e gelmişti ki... Allah'tan dizi bitti.
*
“Binbir Gece”de çocuğum hasta diyen anneye, kaç paraysa vereyim şekerim diyerek tecavüz etmişti hayırsever patron.
“Asmalı Konak”ta Seymen Ağa konağın sığıntısı kızcağıza giydirirken... “Hanımın Çiftliği”nde Muzaffer Bey boş vakitlerinde hizmetçi Gülizar'ı temizliyordu.
*
“Aşk-ı Memnu”da Behlül yengesini ütülerken... “Bihter'e kocası tecavüz edecek, azzz sonra” anonsu yapıldı, adeta sokağa çıkma yasağı ilan edildi, en başta benim valide, misafirlikleri bile iptal etti, tecavüz sahnesini kaçırmamak için!
*
(Rol icabı hadiseler o kadar gerçekçi ki... “Derin Sular” dizisindeki oğlan, rol arkadaşı kıza harbi harbi tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı iyi mi, yargılanıyor!)
*
“Küçük Kadınlar”da Elif'e tecavüz ettiler. “Arka Sıradakiler”de Zehra'ya.
*
“Unutulmaz”da Melda'ya 8 saat tecavüz ettiler, çekimleri 8 saat sürdü, güya yayınlanmadı. Ancak, sahneler basına servis edildi, bütün detaylarıyla yayınlandı. “Unutulmaz”dı hakikaten.
*
“Menekşe ile Halil”in Menekşe'sine beklendi, beklendi, beklendi, tam Dünya Kadınlar Günü'nde tecavüz edildi...
O daha unutulmazdı.
*
Ucundan acık gösteriyorlar ama, sanırım “Kuzey”e de tecavüz etmişler mapusta!
*
(Yazının başını “kırmızı nokta”yla işaretleyip, “18 yaşından küçükler okumasın” notu koyacaktım. Sonra vazgeçtim. Biliyorum ki, o zaman daha çok okunacak. O yüzden koymadım.)
*
Netice itibariyle...
Böyle başa.
Böyle tarak.
Kalbinizi kırmak istemem ama, nefes bile almadan kim seyrediyor kardeşim bunları? Başka mevzu kalmamış gibi, cinsel suçlara reyting rekorları kırdırarak, kim daha fazla çekilsin diye teşvik ediyor?
Kim normalleştiriyor?
Irz'a rıza'yı kim gösteriyor?
Sırf Yargıtay mı?