30 Eylül 2011 Cuma

Kürt Sorununda Kafası Karışmış Bir Köşe Yazarı

İsmet Berkan, kafası karışıklara Kürt ve terör sorunu çözüm haritası sunmuş. Sunmuş sunmasına da kendi kafası da karışmış İsmet Berkan’ın.
Meselenin, temel insan hakları boyutu olduğunu söylemiş. Doğru söylüyor da, o da almış sazı eline aynı telden çalıyor.
Sınırsız ifade özgürlüğü demiş. Bu sorun sadece Kürtlerin değil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin sorunu. Yani buradan bakarsak kafa karışıklığını gidermek için ortada bir ifade özgürlüğünden yoksun vatandaş sorunu var demeliyiz.
Temel hak olan kanun önünde eşitliğin sağlanamaması, sosyal eşitsizliğin giderilememesi gibi sorunların Kürt sorunu olduğunu zannetmek İsmet Berkan ile Türkiye’nin pek çok yerinde çocuklarına yeterli eğitim ve sağlık hizmeti alamayan bir işçinin sosyal eşitsizliklerinin Kürt-Türk ayrımından kaynaklandığını söylemek gibi.
Gelelim asıl kafasının karıştığı noktaya. Anadilde eğitim hakkı!
Sevgili arkadaşım, bir ülkede anadilde eğitim hakkı adı altında, eğitimin dil birliğini ortadan kaldırırsan sence nasıl bir tablo çıkar ortaya bunu hiç düşünmez misin?
Bugün bile Güneydoğu Anadolu’da yeterli Türkçe öğretilemezken, Kürtçe eğitim almaya başlayan Kürt vatandaşımıza daha sonrasında Kürtçe lise müfredatı ışığında ne kazandırmış olacağız bir düşün. Kürtçe eğitim alan yeni nesil Kürtçe ders anlatabilen öğretmene, Kürtçe muayene edebilen doktora, Kürtçe savunma yapan avukata ihtiyaç duyacak. Bakarsın seçmeli Türkçe dersini alan öğrenci biraz olsun seni beni anlar. Veyahut Türkçe dersleri zorunlu tutup bu sorunu ortadan kaldırırsın. Baktık ki olmadı hepimiz Kürtçe eğitimden geçer iletişim sorununu kökünden çözeriz. Ne de olsa bir iddiaya göre Kürtler Türklerden daha fazla. (Doğurganlık oranlarına bakacak olursak ileride gerçekte olabilir)
Kimse Kürtlerin anadillerini geliştirmesini, kullanmasını engelleyemez. Kürtçe öğrenmek, konuşmak en temel hakları. Ancak Kürtçe eğitim bambaşka bir durum. Lütfen bunu anlayalım. Kafası karışmışlara anlatalım.
Demokratik haklar kıyafeti giydirilmiş ayrıştırıcı unsurlar ne kadar demokrasiye katkı sağlar oturun ve düşünün.     

25 Eylül 2011 Pazar

“Che Guevera”, Neresi Devrimci?

Devrimci Che Guevera, dünyaya mal olacak kadar devrimci midir? Ne yapmıştır?
İnsanoğlu devrimci ikonu olarak Che Guevera’yı seçmiştir. Onu marka yapmış, pazarlanabilir bir ürün haline getirmiştir. Devrimci ruh, Che t-shirt’leri, beresi ve Küba’ya turistik gezilere sıkışıp kalmıştır.
Acaba neden Che devrimci ikon olarak seçilmiştir? a) yakışıklı b) karizmatik c) marka olabilecek bir ismi var… Neden, başta kapitalist, anti sosyal ülkeler olmak üzere tüm dünyaya pazarlanan devrimci model, Che olmuştur?
 İnsanoğlunun bilinçaltına, “devrimci=Che=sonu belli” mesajı yerleştirilip devrimci ruhuna pranga mı vurulmak isteniyor.
Mustafa Kemal’in devrimci yönünü düşünürsek ki pek çok ülkeye ilham kaynağı olmuş bir devrimci, neden Che kadar tanınmaz. Üstelik devrimci kimliği devrimleriyle ortadayken, neden insanlar “yapanı” değil de “yapmayı isterdi” yi seçmiştir. Bunu bir düşünelim istedim.
Devrimci ruhunuzu kaybetmemeniz dileğiyle…      
  

24 Eylül 2011 Cumartesi

Ben Ali Ağaoğlu; Cari Açık Sorununu Ben Çözerim

Yeni reklam filmiyle çıktı ekranlara Ali Ağaoğlu. “Para kazanmayı bilmek için ekonomist olmaya gerek yok…” dedi.
Geçenlerde cari açığın nasıl ortadan kalkabileceğini açıkladı bizlere. "Türkiye'nin büyümeye, bunun için de kaynağa ihtiyacı var. Bunu da ya dışarıdan borçlanarak ya da yabancı yatırımcı çekerek yapacaksın. Borçlanma faizle olur, yatırımcı çekmek zor. Üçüncü bir yol var ki, yabancıya konut satarak Türkiye çok ciddi bir döviz elde edebilir. En ucuz maliyetli, en kalıcı yöntem bu. İhracat gibi bu da. Burada 1 trilyon doların üzerinde potansiyel var. Bu gerçekleştiği zaman Türkiye'de ne cari açık sorunu kalır ne de büyümesi sekteye uğrar" dedi Ağaoğlu. Vallahi cari açığı bilmem ama fırsatları paraya nasıl çeviririm, nasıl daha çok konut satarım bunu çok iyi anlatmış. Anlamak için ekonomist olmaya da gerek yok üstelik.
Bugün(24 Eylül 2011), Hürriyet gazetesindeki köşesinde Ege Cansen bu konuyu incelemiş. “Yabancılara arsa, bina gibi gayrimenkul satışından gelen paralar cari işlem geliri sayılmaz. Bunlar, sermaye hareketleri kümesine girer. Dolayısıyla gayrimenkul satışı, cari açığı kapamaz…” Yazının tamamını okumanızı tavsiye ederim. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18813824.asp
Sanmayın derdimiz Ağaoğlu ve sadece ona yüklendik. Durum bildiğiniz gibi değil. Ali Ağaoğlu, reklamlarıyla ekranları süslüyor. Biz de hakkını verelim dedik. Yoksa başka inşaatçılardan da inciler döküldü.
Dumankaya İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi Ali Dumankaya da, mütekabiliyetin kalkmasını 'sevindirici bir gelişme' olarak değerlendirdi. Cari açık problemi olan Türkiye'nin yıllardır dışarıdan gelecek bu kaynağı engellemesine inşaatçılar olarak hayret ettiklerini anlatan Dumankaya, "Konut satmak ihracattan daha fazla kazandırır." dedi.
Cari açık sorununa çözüm bulundu, ihracat patlatıldı. Bir bakmışız cari fazla vermişiz.
 Haydi hayırlı traşlar.  

19 Eylül 2011 Pazartesi

Çözümsüzlüğün Adresi “BDP”

BDP başkanı Selahattin Demirtaş, KCK operasyonları sonrası yaptığı açıklamada bir ifade kullanıyor.
“BDP, Kürt halkıdır.”
Bu ifade çok önemli ve Kürt sorununun çözülmesinin önünde engel teşkil edeceğini düşünüyorum. Daha önceki  Çözümsüzlüğe Doğru Kürt Sorunu” başlıklı yazımda belirttiğim gibi BDP Türkiye’nin partisi değil. BDP demek Kürt demek oluyor bu durumda. Türkiye’nin partisi olmadan da Kürt sorununa çözümün adresi olamazsınız.  Sadece taraf olursunuz. Taraf olduğunuz taktirde de, diğer taraf olacaktır elbet.
Ayrışma, bir çözüm değil, çözümsüzlüğün kalıcı halidir.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Sessiz Adam CMYLMZ

Cem Yılmaz, sessiz ifadeyle cmylmz twitter’da hiç mesaj yazmadı diye eleştirilmiş takipçileri tarafından.
Adam marka olmuş cmylmz’sini kaptırır mı twitter’da. Girip almış babalar gibi kullanıcı adını, etmiş yoluna devam. Ne kızıyorsunuz ki.
Asıl enteresan olan bir milyona yakın takipçi neyi takip etmek için tıklamış cmylmz’ı ben onu merak ediyorum. Hani ilk tıklayanları anlarım, ha yazdı ha yazacak diye. Ama bir milyon kişi de bir günde takibe almadı herhalde Cem Yılmaz’ı. Yoksa aldı mı?
Cem Yılmaz’a da kırıldık tabi. Markanı korudun aldın twitter hesabını da, kardeşim hayranlarına en azından haftada bir, yaz bir şeyler de, lafı olmasın.  

“Dönek” de Nereden, Ne zaman Dönek!

Dönek siyasetçi, dönek köşe yazarı ve daha bilmem kimler için kullanılıyor bu ifadeler. Ben hoşlanmasam da bu ifadeden, pek çok kimse bu yaftayı yapıştırıyor birilerine.
 Genellikle ülkemizde dönek ifadesini siyasetçiler için ya da köşe yazarları için kullanıyorlar.
Şu günlerde Ahmet Hakan köşesinde bu durumu irdeliyor. Kendisine nerden döndün,  nasıl döndün diye soranlara anlatıyor kendisini.
 Ben de şöyle bir göz atayım dedim internete, kimlere dönek yaftası takılmış, kim kime dönek demiş neden demiş. Bu araştırmam esnasında döneklikle ilgili bir kitap olduğunu da fark ettim. Kitap dönekliği şöyle ifade etmiş:  “Serbest gazeteci Rahmi Yıldırım, “Devşirmeler Dönekler” adlı kitabıyla üçüncü kez okuyucuyla buluştu. “Devşirmeler Dönekler – Türk Medyasından Portreler” adlı kitap, Karınca Yayınları tarafından yayımlandı. Rahmi Yıldırım bu kitabında önce, tarihteki devşirme olgusuyla “sol hareketlerden kopup egemen sınıf saflarına katılmak, düzen karşıtlığından düzen muhafızlığına geçiş” olarak tanımladığı döneklik olgusu arasında paralellik kuruyor. Türkiye sosyalist hareketinin tarihsel kırılma anlarındaki dönekleri kısaca anımsatan Yıldırım, küreselleşme döneminde döneklerin büyük çoğunlukla medyada üslendiklerini, sermayedar sınıf adına ideoloji ve rıza ürettiklerini vurguluyor.”
 Değişim ve Döneklik arasında ince bir çizgi var bence. ” Ben değiştim artık, eski ben değilim. O zaman öğrenciydik, toyduk, hayat tecrübemiz yoktu” diyenler… Veyahut  “bu dünya değişirken, Tanrı bile değişirken ben nasıl olurda aynı kalırım” diyenler… Bir de değişim konusunda inanılmaz hızlı ve sert olanlar var. Kariyerle ve gelir düzeyiyle doğru orantılı değişenler var. Yani değişen değişene…
Peki, Böyle düşünenler içinde hangileri dönek, hangileri değişmiş. Ayıkla pirincin taşını.
Geçiş yapan birçok kişiyi analiz ederken hassas terazi kullanmalıyız. Değişti mi? yoksa Döndü mü? Anlamakta zorlanabiliriz. Yok yere dönek demek olmaz, değişimci birisine. Ama bazı kişiler vardır ki, onun değişim(!) skalasının nasıl bir taraftan diğer tarafa inanılmaz bir hızda geçtiğini de görebilirsiniz. Bunun için tek yapmanız gereken o kişinin yazılarını incelemek ve o dönem içindeki siyasal gelişmelerin ve oluşumların üzerine oturtmak. Mesela seçim öncesi ve sonrası dönemler veyahut yeni bir siyasal hareketin oluştuğu dönemlerde ne yazmış, neler söylemiş.
Bu çalışma sonucu ortaya çok enteresan tablolar çıkabiliyor. Hatta ilgiyle izlediğiniz kişilerdeki hareketi çok net görebiliyorsunuz. Örnek mi istiyorsunuz, alın size örnek,
Yiğit Bulut.
Son iki yıllık yazılarını takip edin. Sonra da Habertürk’teki sürecini. Yorumu size bırakıyorum.
----------o----------
Diğer yandan Değişen, değişmesi gereken ama dönek yaftası takılanlara ne demeli. Dönek olmamak için yerinden kımıldamamak mı gerekir. Dinozor gibi yazmalı çizmeli…
Değişmiş! Dönmüş!
Dönek olmadan nasıl değişmeli?
Dönek olmamak adına değişimden kaçmak peki?
Değişmenin karşısında duran şey nedir sizce? Sizi bundan alıkoyan… Değişemeyecek kadar sert mi olmanız yoksa tüm etkilerden korunmuş adeta bir fanus içinde yaşadığınız için mi?
Yoksa!
Ahmet Hakan’a bunu sormak isterim mesela. Kim dönektir, kim değişim ve dönüşüm geçirendir?
Değişen ve dönenleri iyi ayırt edebilmeniz dileğiyle…
----------o----------
Dönülmez Akşamın Ufkundan Döndüm Geldim
Dönek köşe yazarına eşi sorar,
“Bu ne böyle?” diye.
“Sorma hanım dönüp dönüp durdum bu diyarda, bir o dala bir bu dala.
Yoruldum artık, “yeter dönmek yok, sur artık!” dedim kendime.
Eşi sorar: “Peki, ne oldu sonra durdun mu?”
“Duracağım da nerede duracağım, onu kestiremiyorum”      
 


13 Eylül 2011 Salı

Tanrı’nın Gözyaşları

Meydana toplandı Mümin!
Taşlayarak öldürdüler genç kızı,
Bir yandan Allahın adı, bir yandan ayetler eşliğinde.
Allah için İslam yolunda yaptılar tüm bunları,
İnancın keskin kılıcıyla bilenmiş duyguları titretti evreni
Ulaştı Tanrı katına.
Ve gözyaşlarına boğuldu Tanrı
Görülmedik bir yağmur yağdı meydana
Sildi götürdü kızın yüzündeki kanları.
Canını çoktan almıştı acılardan uzağa
Gözyaşlarıyla tertemiz saf bedeni bıraktı geriye.

9 Eylül 2011 Cuma

Ve Kur’an Kadına Kapanmayı Emretti

Debelenip duruyorum. Alttan girip üstten çıkıp yazayım çizeyim diyorum. Şöyle bilmiş edayla irdeleyeyim konuyu ve sonuç cümlemi patlatayım diyorum. Ama yapamıyorum. Başlığa gözüm takıldıkça kutsal kitabımıza haksızlık ettiğimi düşünüyorum.
Lafı dolandırmadan işte yazının ana fikri:
İslam dininde kadının başının örtülmesi hükmü yoktur.
İlahiyatçılar böyle bir hüküm vardır diyor. Çoğunluğu bu fikirde. Böyle olmadığını düşünenler de var elbet.
Ortada bir düşünenler var, bir de okuyanlar. Bir tarafta sorgulayanlar var; ”böylesi derinlikte bir kitap nasıl olurda kadının saçını kapatsın der anlamıyorum” diye kafa yorar, düşünür durur. Diğer tarafta sorgulamayanlar var.
İşte sorgulanmayan ayet:
“ Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğullar veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya Müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allahın hükmüne dönün.” Nur Suresi 31. Ayet
Kur’anı nasıl okumalıyız?
Bir romanı nasıl okursunuz? Ya bir ansiklopediyi nasıl okurdunuz? Üniversitede bir arkadaşım ansiklopediyi baştan sona okurdu. Kur’anı nasıl okumalıyız?
Bu ayetten yola çıkarak kadınların başlarını kapatalım şimdi. Ayette dikkat çekici noktalar var. “Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar.” Yani başları örtülü kadınların, başlarındaki bu örtüyle yakalarının üzerini örtmelerini söylüyor.
İçimizden bazıları eminim şöyle düşünüyordur. Neden açık bir ifade yok başların örtülmesi için. Yani başların nasıl örtülmesi gerektiğinden neden bahsetmiyor. Bu ayetten başın örtülmesi sonucunu nasıl çıkartacağız. Belki de ifade açık ve nettir. Başınızı örtün demiyor ki, zaten başlarında örtü var. Ayet kadınların başlarındaki örtünün başka bir işlevinden bahsediyor. Bu arada İslamiyet öncesinde kadınların başlarında örtü olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Düşün düşün, irdele dur. Çık işin içinden bakalım.
Size ilginç bir soru sorayım. Acaba Türkiye’de kaç kadın vardır başını örten ve bu ayeti okumamış. Ya da kaç kadın bu ayeti okumuş ve bunun üzerine başını örtmüş. Okumuş irdelemiş ilahiyatçılarımız varken biz niye okuyalım ki!
Bir taraftan irdelenmeyi ve düşünen akla ihtiyaç duyan bir ayet var. Diğer taraftan başını örtmüş ve bundan dolayı bir takım hakları ellerinden alınmış mağdur kadınlarımız.
Şu an itibariyle dinimizi konunun dışında özellikle bırakarak ülkemizdeki  “türban” sorununa geliyoruz.
Ülkemizde üniversiteye başını kapattığı için gidemeyen kızlarımız var. Ülkedeki iki siyasal hareket ve bu hareketin etrafında kümelenmiş gruplar var. İki görüş bir olup çözemiyor bu sorunu.
Çözemez tabi…
Bir taraf inanç meselesinden giriyor konuya, diğer taraf laiklik meselesinden. İki tarafın tek ortak noktası, sorunun mağdurunu göremiyorlar. Onlar birbirleriyle tartışa dursun, 10 yıl önce üniversite kapısından geri döndürülen kızımız, bugün tek kurtuluş olan evlilik kurumuyla tanışmış, evinde çocuk bakmakta.
Ey siyasiler, ey seçilmişler!
Çözün artık bu sorunu.
“Üniversiteyi okuyacaksa çıkarıversin örtüsünü” diye çıkmayın karşımıza. “Benim de anamın başı kapalı” empati cümleleriyle söze başlayıp, iş üniversiteyi okumak isteyen başı kapalı kızlarımıza gelince olmaz demeyin. Biz türbana karşı değiliz, kamu alanında takılması laikliğe aykırı diyerek kendinizi gülünç duruma sokmayın.
Aslında içten içe biliyorsunuz meselenin özünü. Başın örtülmesi inançlar meselesi değil, geçmişten gelen hem de İslamiyet öncesinden gelen geleneksel ve örfi bir örtü. Öyleyse…     

Çözümsüzlüğe Doğru Kürt Sorunu

BDP kongresinde alınan kararlar ile Kürt sorununa bulunacak barışçıl ve bütünleştirici çözüm yolları kapatılmış oldu.
Türkiye’nin birlikte, kardeşçe yaşam enerjisinin önünü tıkayacak, ülkeyi ayrışmaya götürecek olan kararlar BDP’nin tüzüğüne girmiş bulunmaktadır.
Aslında lafı çok dolaştırmaya gerek yoktur. Ülkemizdeki bir anlayış uzun yıllardır Kürt sorununu derinleştirmekteydi.
Neydi bu?
Kürt kimliğini görmezden gelmek ve kültürel hareketlerin yasalarla engellenmiş olması. Bir de bunun üzerine doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerindeki ekonomik sorunları koyduğunuzda, tablo; isyan olup çıkıveriyor.
Kürtler dillerini rahat konuşabilseydi geliştirebilseydi, çocuklarına istediği ismi verebilseydi, şarkılarını diledikleri gibi söyleyebilseydi kısacası, kendilerini özgürce ifade edebilselerdi bu ülkeye ne zararı olurdu?
Bugün süreç bambaşka yere gitmektedir. Aşama aşama bölünmeye götürmektedir son dönemdeki olaylar.
BDP, en son gerçekleşen kongresinde aldığı kararla Türkiye’nin partisi olmadığını ortaya koymuştur. Başkanları, “TBMM’ne dönmek için şartlar henüz oluşmamıştır” derken, alınan kongre kararları ile mecliste hangi anlayışın temsilcisi olacaklarını düşünmektedirler çok merak ediyorum.
Bir düşünün; mecliste bir parti, ayrı bir devlet olmak için mücadele veriyor. Çizelim sınırları, zaten sınırlar belli de bunu tescilleyelim diyor. Sizce böyle bir parti mecliste hangi şartların oluşmasını bekliyor olabilir?
Bir şeyler ters gitmekte. Adına barış deniyor, kardeşlik deniyor ama işin sonu gözyaşı.
Unutmayalım, bölünmüş bir Türkiye’den en büyük zararı görecek olan, doğu ve güneydoğu Anadolu’daki Kürtlerdir.
BDP kongresinde ne kararlar alındı?
- “Türklerle Kürtler arasındaki kardeşliğin temelinin tarihin derinliklerinde yattığını” belirten tüzük maddesi kaldırılıyor.
  - Tüzüğe demokratik özerklik kavramı ekleniyor.
Kısacası BDP, hedefimiz demokratik özerklik diyor. Türkiye’nin değil bir bölgenin, bir kesimin partisiyiz diyor.
Aslında pek çok kişi mücadelenin bu olduğunu çok önceleri görmüştür, yazıp çizmişlerdir. Merak edenler arşivleri bir karıştırsın. Bunun için gazete, dergi dolaşmasına gerek yok. Google’da aratınca bulabilirler.
Öyle ise nedir bugün gelinen nokta? Ülke nereye gitmekte?
Son yıllarda devamlı Türklere yüklenildi çözüm ve uzlaşı için. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü tartışıldı, ırkçılık gibi yorumlandı. Hatta Türk demenin dayanılmaz ağırlığına maruz bırakıldı insanlarımız. Şimdi Kürtlere çok büyük görev düşmektedir. Bölünmüş bir Türkiye, sömürgeleştirilmiş bir Kürdistan yaratacaktır. 21.yüzyılda sömürgeleştirilmiş bir ülkede yaşamanın anlamını biliyor musunuz?
Kölelik!
Mustafa Kemal’in yarattığı barış ve kardeşlik ülkesi Türkiye, Türklerin ve Kürtlerin iç içe yaşadığı tek vatanlarıdır. Öyle bir kaynaşmıştır ki, birleşme hatları ortadan kalkmış tek parça olmuştur. Bir düşünün, bu memlekette Eşlerden biri Türk diğeri Kürt o kadar çok aile var ki bunların çocukları ve onların çocukları için ne söylenebilir. Hadi tutun ve birleşme yerinden dikkatlice ayırın. Ne oldu? Ayıramadınız değil mi?
Lütfen bunları bir düşünün. Ülkemiz üzerinde oynanan kirli, kanlı oyunu ve bu oyunun bilerek ya da bilmeyerek parçası olan kesimleri…
Bu ülke hepimizin. Sevgi düzleminden yaşamalı bu güzel birlikteliği.
Vatanımızı seviyoruz. Halkımızı, kültür çeşitliliğimizi, dil zenginliğimizi, tarihimizi…
Bizler Türkiye’yi vatan kabul etmişiz. Atalarımız bunun için canlarını vermişler.
Oyuna gelmeyelim!  
 

7 Eylül 2011 Çarşamba

Arda’ya Destek

Arda Turan Kazakistan maçı sonrası söylediklerinden dolayı bir taraftan PKK yanlılarınca alkışlandı, diğer yandan milliyetçi kesimin hışmına uğradı.
Peki, Arda ne söylemişti:
“Bu golü Türkiye Cumhuriyetindeki bütün halkların şehit olan evlatlarına armağan ediyorum. Ülkemde böyle şeylerin olmasını istemiyorum, çok üzülüyorum her Türk vatandaşı gibi.”
İçeriğine bakıyoruz; “bütün halkların şehit olan evlatları” diyerek PKK’nın kayıplarını şehitlik mertebesine çıkarmış. Sonra, “bütün Türk evlatlarına” diyerek başka bir anlam yüklemiş. Son olarak da tüm bu olanların yaşanmasını istemediğini ve üzüldüğünü söylemiş. Yani, artık kan dökülmesin, ölümler bitsin demiş.
Arkadaşlar, işin özüne bakın. Arda, yaşanan olaylardan hepimiz gibi muzdariptir. Eğer sözlerini kelime kelime çözümleme yoluna gidersek çuvallarız.
Kendini bilmez aydınvari gruplar alıyor sazı eline yok Türkiyeli demeli, olmadı Türkiye halkı, o da olmadı şuralı buralı.
Kafa mı bıraktınız vatandaşta. Eskiden ne kolaydı, ne samimiydi ifadelerimiz. Ben Türk’üm derdiniz, Türk milleti derdiniz…
Şimdi nasıl konuşacağız. Aman Türk demeyelim Türk milleti demeyelim de, Türkiyeli diyelim Türk halkı diyelim.
Kendimizi samimi ifade etmemizin önünü tıkayan kendini bilmezler;
Oturun yerlerinize, sesinizi kısın. Siz konuştukça işler iyice sarpa sarıyor. Eğer siz, en içten duygularınızla hümanist, doğasever, Tanrı sevgisiyle dolu kendinize Türk’üm diyorsanız, Kürt’üm diyorsanız kimse size ırkçı diyemez.
      

5 Eylül 2011 Pazartesi

Babadağ’ında Tehlikenin adı “Yamaç Paraşütü”

Fethiye deyince akla ilk Ölüdeniz, Ölüdeniz deyince de yamaç paraşütü ilk akla gelenlerden. Son günlerde ise akla gelen tehlike oldu.
Yüksek adrenalin tutkunlarının vazgeçilmez aktivitelerinden birisi ve tehlikeli. Belki de tehlikeli değildir. Ama son aylarda yaşananlarla çok tehlikeli olduğunu düşünenlerin sayısı eminim artmıştır. Fethiye’ye geldiğimden beri üç ölümcül kaza haberiyle gündeme geldi yamaç paraşütü. Yaz sezonunda Ölüdeniz ile ilgili haberlerine bakacak olursanız, yamaç paraşütü kazaları ile koyları kirleten kendini bilmez tekneler hakkındaki haberlerin fazla olduğunu göreceksiniz. Bu arada, şu kirleten tekneler ayrı bir yazı konusu olduğu için burada değinmeyeceğim.
Kazaların hepsinde ihmal görülmekte.
Son günlerde kazalar artınca yetkililerde önlem almak için kolları sıvadı. Babadağ’da, pilotlar atlayış öncesi alkol testinden geçirilecek. Yasal alkol sınırını aştığı belirlenen pilotlara 5 gün süreyle ’uçuştan men’ cezası verileceği gibi, sertifikaları da iptal edilebilecek.
Bu önlem bize şunu gösteriyor. Akşamdan kalma pilotlar var demek ki. Tüm yamaç paraşütü pilotlarını zan altında bırakmayalım ama. İşini iyi yapan bu işe gönül vermiş pilotları da burada ayrıca kutlamak isterim.
Alınmış bu tedbirinde önemli olduğunu belirtelim.
Ekim ayında yapılacak olan Ölüdeniz Hava Oyunları Festivali yaklaşırken, akıllarda ölüm riski çok yüksek, yapılması delilik olarak zihinlere kazınmaya başlayan bu aktivitenin üzerindeki ölüm perdesini kaldırmanın zamanı gelmedi mi?
Yetkilileri bu konuda sıkı denetime ve gereken düzenleyici tedbirleri almaya çağırıyorum. Küçücük bir ihmalin sonucunun ölüm olduğu bu aktiviteye gereken önemi vermelerini arzu ediyorum.
 Umarım sesimizi duyarlar.
Kişisel olarak, kendim kesinlikle denemeyecek olsam da çok güzel bir aktivite olduğunu ve uluslar arası bir alana taşınıp geliştirilmesi ve Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunmasını düşünmekteyim. Bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın haber edilmesinde çorbada tuzumuz olsun da isteriz.